
Bir kültür projesi: İstanbulluluk, ama "orada".
İstanbullular (özellikle dışardakiler) şehirlerini nasıl hatırlar, nasıl yad ederler, başkalarına nasıl anlatırlar, kendi aralarında nasıl konuşurlar, ne dinleyince, koklayınca, görünce İstanbulluluklarını hatırlarlar, İstanbulluluklarını nasıl yaşamaya devam ederler?
Zira bir İstanbulluluktan bahsedeceksek bu akışkan kimliğin şehirdeki kadar şehir dışındaki tahayyülü de pek mühim.

#İstanbullulukHalleri
Kendine İstanbullu diyen İstanbulludur.
Yedi göbek geriye giden değil, kasaptan sonra sola dönüp düz giden, sağdaki bakkalın oradaki dolmuş durağına soran bir İstanbulluluk hali; yolu bilse de sormadan edemeyen, şehir İstanbul olduğu için kendine de güvenemeyen, dışarıya yaramaz kendine uslu bir kentlilik yani.
Kısacası daraltıcı değil, kapsayıcı, demokratik bir İstanbulluluk tarifi…
İstanbullu'nun Vazgeçilmezleri: Rakı ve Lüfer
Bir İstanbullu rakıya her zaman bahane bulabilir.
Örneğin, balkonda oturmuş bir şeyler okuyorsun, rakı içmeye de hiç niyetin yok. Ağaçta korukları görüyorsun, Boğaz'a bakıyorsun ve tüm plan değişiyor:
Hop bir bardak rakı.
Afiyetle!
"Boğazın Prensi" olarak anılan lüfer, çok lezzetli ancak bilinçli tüketilmesi gereken bir boğaz balığıdır. Bu mini belgeselde, İstanbullu balıkçılar sabahın erken saatlerinde tekneleriyle Anadolu Hisarı'ndan yola çıkıyorlar.
"Bir lüfer balığının yanağı ile yüz dirhem rakı içilir!"
-Ahmet Rasim